Bilimkurgu Öyküsü - Gönülsüz Zaman Gezgini - Bölüm 1
Sabahın köründe kapıma dayanan kişi, tanışmamızın üzerinden aylar geçmesine rağmen hakkında net bir kanıya ulaşamadığım Ayşe olmalıydı. Cep bilgisayarımdan dış kapının kamera görüntüsüne baktım ve yanılmadığımı gördüm. Ayşe kapının önünde avının üstüne atılmaya hazırlanan bir aslan gibi bekliyordu. Yatağımdan kalkmadan apartmanın dış kapısını ve dairemin kapısını açtım.
Ayşe odama girer girmez pencereyi açtı ve “Oksijensiz yaşamanın bir yolunu mu buldun?” diye sordu. Sorusunu yanıtlamama fırsat vermeden bir de “Saat kaç?” diye sordu. Saat üç olmuştu ve ben Ayşe’yle olan randevuma iki saat kadar gecikmiştim.
Ağzımın içinde bir şeyler gevelemeye hazırlanırken yanıtlanması daha zor olan yeni sorular yöneltti: “Hadi randevuya geç kalıyorsun, telefonla aramayı da mı akıl edemiyorsun? Ayrıca telefonlarıma neden cevap vermiyorsun? Başına bir şey geldiğini sanıp telaşlanacağımı düşünemiyor musun?”
Aslında bu afili sorulara ağdalı bir cevap vermem gerekiyordu ancak sadece “Uyuyordum” diyebildim.
“Uyuyunca her şeyden muaf oluyorsun yani.”
Suçlama içeren bu yorum rafine bir yanıtı hak ediyordu. O nedenle yatağımdan doğrularak etkili birkaç söz söylemeye hazırlandım.
“Sana müthiş bir sürprizim var, kalk, gidiyoruz” dedi beni kolumdan çekiştirerek.
Ayşe hakkında net bir kanıya ulaşmamamın nedeni kolumu tutup çekmek türünden münasebetsizce hareketlerinin tatlı bir insan olduğu gerçeğini değiştirmemesiydi. Sanki daha birkaç saat önce onu eken ben değilmişim gibi bana bir de sürpriz hazırlamıştı. Evet, tatlı bir insan olduğu kesindi. Yaşım artık epeyce ilerlediği için Ayşe gibi insanlara sık rastlanmadığını öğrenmiştim. Aramızdaki kimya konusunda tereddütlerim olmasa çift kişilik yatağımda birlikte yatıyor olabilirdik.
İkinci kez uyarmasına ya da yeni sorular sormasına meydan vermeden yatağımdan kalkıp ayaklarımı sürüyerek banyoya gittim ve yüzümü soğuk suyla yıkadım. Ağır bir depresyonun pençesinde kıvranmasam bile ruh halimin normal olduğu söylenemezdi. Cep bilgisayarımdaki sağlık uygulamasına bakılacak olursa acilen bir psikiyatriste müracaat etmem gerekiyordu. Ayrıca sigarayı azaltmam, düzenli yürüyüş yapmam ve yediklerime dikkat etmem şarttı. Bunları yapacak irade gücünü kendimde bulsam bunları yapmama gerek kalmazdı, değil mi ama?
Banyo dönüşü Ayşe’ye “Sürprizin neydi ki senin?” diye sordum.
Ayşe muzip bir biçimde gülümseyerek “Zaman yolculuğu yapacağız” dedi.
“Bunun mümkün olmadığını ikimiz de biliyoruz.”
“Bunları konuşarak zaman kaybetmeyelim. Berk birazdan anlatacak zaten.” dedi Ayşe.
Üzerimi giyerken zaman yolculuğu konusunda bildiklerimi hatırlamaya çalıştım. Zihnime üşüşen bilgi parçaları arasından, zaman yolculuğunu olası kılan bir simülasyon sisteminin inşa edildiğine dair makale ‘ben buradayım, hatırla beni’ dercesine öne çıktı.
Ağzımdan galiba “Öyle zaman yolculuğu mu olur” biçiminde sözler döküldü.
“Bilimkurgu yazarları açık fikirli olmalıdır” dedi Ayşe.
Neyi düşündüğümü nereden anlamıştı ve ben aslında tam olarak neden söz ediyordum? İşte hayatım hep bilmediğim bir yere doğru ilerliyormuş gibi bir belirsizlik havasında geçiyordu. Yazdıklarım da bu belirsizlikten payını alıyor olsa gerekti, antika şeylere meraklı birkaç insan dışında kimsenin onlarla ilgilenmemesi galiba bu yüzdendi. Hayat yeterince karmaşıkken insanlardan o karman çorman öyküleri okumalarını beklemek hayalperestlik oluyordu.
“Nereye gidiyoruz? Ne yapacağız?”
“Çekilişten geçmişe yolculuk için iki bilet çıktı” dedi Ayşe.
Söylediğinin doğru olmasını gönülden diliyor ve ona inanmak istiyordum. Uzaya yaptıkları seyahatleri sosyal medya hesaplarında tumturaklı cümleler eşliğinde paylaşan ünlüler ve kendilerine eksantrik bir hava vermek isteyen zenginlere güzel bir çalım atmak hiç de fena olmazdı. Gerçi pek de öyle seyahat havasında değildim ama kişisel tarihim boyunca hiçbir şey için erkenden havaya girdiğim vaki değildi. Biz eskiden galiba epeyce fakirdik ve yoksulluğun getirdiği atalet insanda bağımlılık yaptığı için ilerleyen yıllarda da durumum pek değişmemişti. Düşünmek ve konuşmak bedava olduğu için vesveseli ve geveze bir adama dönüşmüştüm, ancak bütün bunların zaman yolculuğu ile ne ilgisi olabilirdi ki?
Kentin dış mahallelerinden merkeze doğru koca bir yılan gibi tıslayarak ve kıvrılarak ilerleyen Havaray’da Ayşe hayatın tadını çıkarmanın öneminden söz ediyordu. Bu arada ben de acaba bağımlı bir tip miyim diye düşünüyordum. Hayatım hep birilerinin yanında oraya buraya sürüklenerek geçmişti.
Dönüp Ayşe’ye “Şanslı bir insan mısın?” diye sordum.
“Sahip olduklarımın değerini bilirim.” dedi.
Ayşe de az değildi hani. Lafı hiç uzatmadan ve dolaştırmadan gediğine koyuvermişti. Ona gereken değeri verip vermediğime emin değildim, bu biraz da kendime ne kadar değer verdiğimle ilgiliydi; onu en azından kendimden fazla önemsediğimi düşünüyordum, tabii bu kendimi rahatlatmak için uydurduğum pembe bir yalan değilse.
Görsel Kaynağı: https://pixabay.com/photos/pocket-watch-time-of-sand-time-3156771/