Barda Bir Akşam - Öykü

in Steemit Türkiye3 years ago

image.png

Beyaz kasketli adam karanlık arka sokaktaki Q Bar’ın kapısından girdi. İçerisi de dışarıdan aydınlık değildi. Güçlükle duyulabilen caz müziği eşliğinde bara ilerledi. Yan duvardaki neonun ışığında barın önünde tek başına oturan kadının siluetini gördü. Nar kırmızısı bir ruj sürmüş olan kadının yanındaki tabureye oturdu. Barda kadından ve kitap okuyan barmenden başka kimse yoktu.

Kadına dönüp “Buraya yıllar önce gelmiştim. Hiç değişmemiş,” dedi.

Kadın adamın izin istemeden yanına oturmasını ve teklifsiz bir biçimde konuşmaya başlamasını garipsemişti. Önündeki viskiden bir yudum aldı, çantasında ince bir sigara çıkarıp yaktı. Ardından adama dönüp “Sigara sizin için sorun olur mu?” diye sordu.

Adam ‘hayır’ anlamında başını salladı ve içki siparişini verdi. Barmen elindeki kitabı kenara koyup beyaz kasketli adamın içkisini hazırlamaya başladı. Adam “Burasının böyle karanlık olması iyi,” diye mırıldandı.

Kadının karanlıkta belli belirsiz seçilen yüzünde uzun kirpikleri dikkat çekiyordu. Derin nefesler çektiği sigarasının ucundaki köz alacakaranlığın içinde parıldadı. Bedenini bir şey söylemeye hazırlanıyormuş gibi dikleştirdi, ancak sonra vazgeçti.

Barmen adam için hazırladığı içki bardağını önüne koydu ve kitabına geri döndü.

“Üniversitede okurken ev arkadaşım bu barda ona anlamlı sözler sarf ettiğimi söylemişti. O sözleri söylerken sarhoş olduğum için hiçbirini hatırlamıyordum” dedi adam.

Kadın “Arkadaşınıza sormadınız mı?” diye sordu.

“Sordum ama ‘anlamlı sözler’ nakaratını tekrarlamak dışında bir şey söylemedi.”

Kadın bu sözler üzerine yorum yapmadı.

“Eskiden geceye büyük anlamlar yüklerdim. Neden bilmiyorum. ‘Gece siyah kanatlarıyla bizleri örtüyor’ türünden şairane laflar bile ederdim. Geceleyin dışarıya çıkmayı hâlâ da severim. Karanlıkta sanki utanılacak bir şeyimiz yokmuş gibi oluyor.”

Adamın tuhaf sözleri kadının ilgisini çekmişti. “Neden utanacakmışsınız?” diye sordu.

“Bazıları öyle utangaç olur. Çocukluklarında tırnaklarını yiyenler, tikleriyle dalga geçilenler. Gece olunca bunların önemi kalmıyormuş gibi oluyor.”

Kadın “Bana bunları neden anlatıyorsunuz?” diye sordu. Ona göre bu türden mahrem şeyler yabancılara anlatılmamalıydı.

Adam içkisinden bir yudum aldı. “Bazı şeyleri yakınlarına anlatamazsın çünkü göstermek istediğin insan olmadığını anlayabilirler. İçkiliyken hiç tanımadığın birine anlatmak en iyisi. Ertesi gün büyük ihtimalle unutulmuş olur.”

“Ben kolay unutmam. Ona göre anlatın ne anlatacaksanız.”

“Geceye anlamlar yüklüyorum çünkü geceleyin yaşadığım hayali ve gerçek mutluluklar var.”

“Yazar filan mısınız? Değişik bir sohbet anlayışınız var.”

“Pek çok başka şey gibi yazar olmayı da hayal ettim. Hatta hayali röportajlar bile verdim. Hareketli bir hayatım oldu. Bir ara hafıza kaybı yaşadım. Gerçeklerle hayalleri biraz da isteyerek birbirine karıştırıyorum.”

“Ne iş yapıyorsunuz?”

“Uzun yıllar dış ticaretle uğraştım ama şimdi emekli gibiyim. Kendimi onarmaya, ruhumdaki çatlakları sıvamaya çalışıyorum. İsmim Mahir bu arada.”

“Eylem. Rus konsolosluğunda çevirmenlik yapıyorum” dedi kadın.

“Dış ticaret işine 1991 yılında Rusya’dan gelen plakları satarak başlamıştım. O zamanlar henüz üniversite öğrencisiydim. Plak işinden bolca para kazandığım için Kavaklıdere’deki barların müdavimi olmuştuk. Gece yarısı evden çıkıp bu bara ya da şu anda kapanmış olan başkalarına giderdik. Yağmurlu gecelerde araba farlarının asfalt üzerinde oluşturduğu ışıkları çok severdim. O zamanlar birçok genç gibi anlaşılmamaktan şikayetçiydim. Şimdilerde iyi ki anlamamışlar diyorum.”

“Neden böyle söylüyorsunuz?”

“Süslü püslü sözlerimin, esip savurmalarımın, etrafa caka satmalarımın hayatta pek de bir karşılığı olmadığını anlayabilirlerdi. Gerçi yirmi yıl önce bu barda Oya Bora ikilisinin Biz Dünyayı Çok Sevdik sarkışını dinlerken hissettiklerim hiç kuşkusuz ki samimiydi. O şarkıya ve beni etkileyen başka şarkı ve şiirlere eklediğim görkemli arka planlar yüzünden kendimi bir aziz gibi hissediyordum.”

“Sanat insanı yüceltir. Bunda sıkıntılı bir taraf göremiyorum” dedi Eylem.

“Hep ben anlattım. Tek taraflı bir konuşma oluyor.”

“Ben böyle iyiyim. Siz devam edin.”

Yuvarlak gözlüklü ve sakallı barmen kitabını kenara bırakıp müziğin sesini bir parça yükseltti. Yegâne müşterileri olan Eylem ve Mahir’in boşalmış bardaklarındaki içkileri tazeledi ve önlerine birer tabak patlamış mısır koydu.

Mahir patlamış mısırlardan birkaç tanesini ağzına attıktan sonra konuşmaya devam etti.

“Bir yandan da diyorum ki bütün bu romantik düşlerin bizlere sızdırıldığı bir başka alem mi var? Belki benim gibilerin o alemlere ihtiyaçları vardır.”

Eylem Mahir’in saçmalamaya başladığını düşünüyordu. “Henüz bizimkini bile anlayamamışken başka alemler de nereden çıktı şimdi?” dedi.

“İnsan bazen kendi zihninin tuzağına düşüyor. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu çok da kestiremiyorum. Hayatta takip ettiğim prensiplerim, hedeflerim olamadı. Oradan oraya savrulup durdum. Bereket iş hayatında şansım yaver gitti de maddi güçlük geçmedim. Yoksa sokak köşelerinde dilenen şarapçılardan biri olmam işten bile değildi. Çünkü bütün bu romantik hayaller herkesin harcı değildir. Belki de bu yüzden o kadar ilgi görüyorlar.”

“Bence mesele olmayan meseleleri dert ediniyorsunuz.”

“Kendimi önemli görmek için başka çarem yoktur belki de. Tabii her zaman böyle değildi. Rusya’dan getirdiğim rock plaklarını sattığım sıralarda Selin adında bir sevgilim vardı. İnsan kendisini bir başkasının aynasında gördüğünde daha iyi hissedebilir. Benim için şarkılar söylerken bambaşka bir adama dönüşüyordum. Çok uzun sürmedi, eski bir sevgilisi mi ne varmış. Üzerinden uzun zaman geçti, yıllar sonra bunu hatırlamak bile başlı başına bir zavallılık göstergesi. Kendimi fazlaca acındırdım, benim yaşımda bir adama yakışmıyor, ne olur kusura bakmayın.”

Eylem Mahir’in sözlerinde samimi olduğundan emin değildi, yine de dinledikçe ona sempati duymaya başlamıştı. “Boş verin bunları, sağlığınıza içelim” diyerek kadehini kaldırdı. Eylem’in içinde viski bulunan bardağıyla Ekrem’in cin fizzle dolu bardağı havada tokuştu ve çıkan ‘çınn’ sesi bir an çalan caz müziğinin sesini bastırdı.

“Siz hiç anlatmıyorsunuz, bence adaletsizlik oluyor” dedi Mahir.

“Bu mahallede oturuyorum. Bazı Pazartesi akşamları böyle buraya gelirim. Bu akşam benimle ilgili görünmese de mekânın sahibi ve barmeni Ekrem eski dostumdur. O da sizin gibi kitaplara meraklı, demek ki bu akşam kendisini okuduğu kitaba tümüyle kaptırmış. Hayatta karşıma hep kafası karışık erkekler çıktı. Belki kendine güvenen erkeklerden hoşlanmıyorumdur. İlişkilerin çoğu kez gelip geçici oldu. Okul arkadaşlarımın lise çağında çocukları varken burada yeni tanıştığım bir adama hayatımdan söz ediyorum.”

“Şu anda ikimizle de gurur duydum. Neden herkesin yürüdüğü yollardan yürümek zorunda olalım. Gerçi ben vaktiyle evlenip boşandım. 11 yaşında bir kızım bile var. Bu hayattan zaten bir şey anlamıyoruz, bir de insanların bizi yargılamasına izin vermeyelim. İnsanlar pek kavrayamasa da Ankara’nın ruhunda böyle şeyler vardır. Bazen neyi düşünüyorum biliyor musunuz? Önemli bir insan olmasam da yıllar boyunca yaşadım ve hissettim. Hatta hayatı kendisini önemli gören insanlardan daha derin bir biçimde hissetmiş olabilirim.”

“Demek ki bazen olumlu şeyler de düşünebiliyormuşsunuz.”

“İçkinin etkisiyle kendime iyi davranmaya başladım galiba. Teyzemle eniştem altın kalpli insanlardı, bizimkiler erkenden rahmetli olunca beni biraz serbest yetiştirdiler. Annem ve babam ölmüş olduğu halde halen yaşadığım için ne kadar vicdan azabı çektiğimi size anlatamam. Bu dünyaya herhalde acı çekmek için gelmişim. Böyle saçma sapan kuruntularla hayatı kendime zindan ediyorum, bu durum ister istemez ilişkilerime de yansıyor. Böyle olunca bir ara çevremde kimseler kalmadı. Kendime nasıl yüklenmişsem artık kafamda olan ne varsa bir anda silinip gitti. Günlük hayatta biraz zorluk çektim ama iyi oldu o hafıza kaybı. Bir süre rahat ettim en azından. Sonra tabii yeni kuruntular biriktirdim ve eski halime döndüm.”

“Sohbetimiz iyice terapi seansına benzedi. Normalde ücreti peşin alıyorum.”

“Hesabı ödersem ödeşmiş olur muyuz?”

“Böyle bir şeyi hayatta kabul etmem.”

“Çıkışta işkembeciye gitsek, çorbaları ben ısmarlasam?”

“Bakın o olabilir.”

“Üzerimizde öyle bir baskısı var ki ağız tadıyla mutsuz bile olamıyoruz. Herhalde mutsuz olursak düzenin bozulacağından korkuyorlar. Mutsuz olmayı ben istemedim, aksine mutlu olmak için kendimi çok zorladım. Terapiyse terapi, ilaçsa ilaç. Eski eşim Ebru bu yöndeki çabalarımı hiç takdir etmedi. Öyle olunca yollarımızı ayırmak durumunda kaldık. Hep böyle can sıkıcı şeylerden söz ettiğim için kusuruma bakmayın. Yani her zaman böyle değilim aslında. Sokaktan geçerken Düşsel Bar’ın doksanlardaki gibi kaldığını görünce heyecanlandım. Zihnimde birdenbire bin bir türlü anı canlandı. Her karşılaştığım kadına hayatımın mahrem ayrıntılarını anlatmıyorum. İlham veren bir tarafınız var demek ki.”

“Senli benli olsak mı artık. Çünkü ben de yavaş yavaş adet sancılarımdan falan söz edecek kıvama geliyorum.”

“Çok mu şiddetli geçiyor.”

“Aksine çoğu kadına göre hafif geçiyor. O konuda şanslıyım en azından.”

Barmen Ekrem kitabını arkadaki rafa kaldırıp “Nasıl bir muhabbet dönüyor sizin aranızda böyle” dedi.

Eylem ve Mahir kafalarını kaldırıp şaşkınlıkla Ekrem’e baktılar.

“Kusura bakmayın, son kısımlarına kulak misafiri oldum” dedi Ekrem.

Eylem yeni bir sigara yakarken “Sen yabancı değilsin, kusurluk bir şey yok” dedi.

“Bazen burada konuşulanları yazsam mı diyorum. Çok nadir de olsa yazmaya değer şeyler çıkabiliyor.”

“Dünyada benden bir iz kalması tercih edeceğim bir şey olurdu” dedi Mahir.

“Yazacağımdan değil ya. Öylesine söyledim. Edebiyatı gereğinden fazla ciddiye alıyorum. O yüzden bir türlü elim varmıyor.”

“Bazen acaba bütün yazarlar birer sahtekâr mı diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Kendilerini önemli göstermek için inanmaktan hoşlanacağımız yalanlar mı söylüyorlar” diye cevap verdi Mahir. Çok sık içki içmediğinden dili peltekleşmeye başlamıştı.

“Bence heyecanlarına yenik düşüyorlar. Öyle gerçekler var ki dile getirmezsen kafayı yersin. Bunlar kişisel de olabilir, evrensel de. Örneğin evrenin büyüklüğü karşısında öyle büyük bir dehşete kapılıyorum ki bu konuda gösteri yürüyüşleri yapılmamasına şaşıyorum,” dedi Ekrem.

“Kitaplara ve filmlere kendimi neden o kadar kaptırıyorum? Benim de takıldığım mesele bu işte. Sadece derin düşüncelere sahip edebi karakterlere kapılsam neyse. Ucuz aksiyon filmlerindeki karateci adamlara bile özeniyorum. Varlığım o kadar mu boş? Hayatım neden ona buna özenerek geçiyor?”

“Evde toz alıp ütü yapsanız bir şeyciğiniz kalmaz aslında. Bunlar hep boşluktan oluyor” dedi Eylem.
Sesinde sarhoşluğa dair en ufak bir iz yoktu.

Mahir taburesinden kalktı, tuvalete doğru sarsak adımlarla yürümeye başladı.

Mahir’in yokluğunda Ekrem “Kim bu adam. Önceden tanışıyor musunuz?” diye sordu.

“Bu akşam tanıştık. Tuhaf biri.”

Ekrem sözü uzatmadı, zaten konuşmayı pek sevmezdi; boş bardakları, tabakları bulaşık makinesine doldurmaya başladı.

Mahir lavabodan döndüğünde beyaz kasketinin ucu yukarıya kalkmıştı. Yanağında kalmış birkaç su damlasından yüzünü yıkamış olduğu anlaşılıyordu. İzleyen birkaç dakikada Düşsel Bar’da derin bir sessizlik hüküm sürdü. Müzik kesilmişti ve her biri kendi dünyalarına gömülmüş, uzak ve belirsiz düşünceler dünyasında yüzmeye başlamışlardı. Sessizliği bozan yine Mahir oldu.

“Geçmişte birkaç kere kafamın içinde bazı sesler belirdi. Delirdiğimden endişe ederek doktora göründüm. Meğer böyle şeyler çok insanın başına geliyormuş. İlaç kullanmama gerek yokmuş. Filmlerdeki adamların sesleri onlara dünyayı kurtarmaları gerektiğini söyler, benimki ise kendimi bu kadar ciddiye almamam gerektiğini söyledi. Demek ki dedim ağız tadıyla mutsuz olamadığım gibi deliremiyorum da. İnsanlar bütün bu olup bitenlerin bir anlamı olduğunu düşünmekten hoşlanıyorlar. Bazen benim de öyle düşüncelere kapıldığım oluyor. Tabii bu durum uzun sürmüyor. Gerçi bu dertlerin bana özel olmadığını biliyorum. Galiba herkes sırtına taşıyabileceği kadar yük alıyor.”

Eylem bardağında kalan son içkiyi de yudumlayarak “Ben olsam umutsuz vaka olduğunu söylerdim,” dedi.

Hesabı ödeyip işkembeciye gitmek üzere kalktılar. Yüzüne vuran serin sonbahar havası Mahir’i canlandırmıştı. Eylem’e işkembeciye yürüyerek gitmeyi teklif etti. Sarhoş olup olmadığını sınamak için tek çizgi üzerinde yürümeye çalışan Eylem bu teklifi kabul etti. Mahir’in anlattıklarından aslında hayatının hiç de kötü olmadığı sonucuna ulaşmıştı, içtiği üç bardak viskinin de katkısıyla kendisini gayet iyi hissediyordu. Mahir’e dönüp “Buralarda mı oturuyorsun?” diye sordu.

“Normalde Eskişehir’deyim. Bir miras işi için gelmiştim” dedi Mahir. Kafasının içinde tatlı bir uğultu başlamıştı. Sokaklardaki sükûnet her şeyin iyi olacağını müjdeler gibiydi. Mahir’e göre çorbacı faslı gecenin zirvesi olarak nitelenebilirdi.

“İçkili mekanlardan dönerken taksi şoförlerine dikkat ediyorum. Başka dünyalara ait insanların muhabbetlerini hiç garipsemiyorlar.”

“Belki zamanla o dünyaya ait olmaya başlıyorlardır,” dedi Eylem.

Çorbacı beklemedikleri ölçüde kalabalıktı. Mahir üzerine çöken bezginliğe rağmen hiç de fena bir akşam geçirmediğini düşünüyordu. Mercimek çorbasını kıtlıktan çıkmışçasına yudumlarken Eylem “Hikayelerin tükendi mi?” diye sordu.

“Hikayelerim değil de enerjim tükendi,” dedi Mahir.

“Erkekler birçok konuda dayanıksız oluyorlar”.

“Yine görüşür müyüz?”

“Olabilir, belki,” dedi Eylem.

Görsel Kaynağı: https://unsplash.com/photos/S6atLH5Rf0U

Sort:  
 3 years ago 

“Galiba herkes sırtına taşıyabileceği kadar yük alıyor.” gerçekten ne kadar doğru bir söz. Zevkle okudum yüreğinize sağlık..

Teşekkürler, beğenmenize sevindim.