BÜYÜYEN ÇOCUKLAR
Çocuklar büyürken çevreleri de kendileriyle birlikte büyür. İlk başlarda sadece evini bilen çocuk, zamanla kendi sokağını, alt-üst sokakları keşfeder. Zamanla keşfedilen sokak sayısı artar ve en sonunda çocuk bütün mahallesini keşfetmiş olur ve mahalleleri birbirinden ayıran ana caddenin kıyısına gelir dayanır. Caddeyi hemen geçmeyi götü yemez ve bir süre kıyısında dolanır durur. En sonunda caddeyi de aşan çocuk o saatten sonra bağlasan da durdurulamaz. Kuduz köpek gibi her yere girip çıkmaya başlar. Son olarak, şehir merkezini de keşfeden çocuk gençlik yılları boyunca kendisine yetecek bir alanın haritasını çıkartmış olur.
Ben ve iki kuzenim bu gelişim sürecinin basamaklarını bir çırpıda aştık. “Öff bu iş böyle çok uzun sürecek. En iyisi tek seferde halledelim bu işi” gibi bir mantıkla hareket etmedik tabi çünkü o kadar küçüktük ki herhangi bir mantıkla hareket edecek bir durumumuz yoktu. Tamamen bir ‘boş bulunmuşluk’ hikâyesi bizimki.
Ben ve iki kuzenim (temsili)
Yaşadığı sokaktan başka bir yer bilemeyen biz az akıllı üç çocuk, günün birinde, birbirimizi gazlayıp “Gezmeye gidiyoruz” diyerek bir hışımla fırladık sokaktan dışarı. Üç kişi olmanın verdiği rahatlık ve çocuk olmanın vermiş olduğu aptal cesaretiyle nereye gittiğimiz bilmeden yürüdük bir süre. Sokağımız, dağ yamacındaki bir kenar mahallede olduğundan kısa süre sonra kendimizi bir orman kıyısında bulduk. Daha doğrusu içinde tek tük ağaç da olan boş ve büyük bir araziye geldik ama o an, o arazi bize orman gibi geldi. “Ne güzel orman, kuşlar, ağaçlar, çiçekler” diyerek daldık araziye. Bir süre çok gülerek yürüdük. Önümüzden kuş geçti güldük, kuzenim yere düştü güldük, yerden taş alıp ağaca attım (doğa sevgisi) güldük. Neden güldüğümüzü bilmeden çok güldük. Şimdi anlıyorum ki birbirimize –ve tabi kendimize- korktuğumuzu belli etmemek için öyle coşkulu güldük. Arazinin içinde yürüdükçe gülmelerimiz azaldı ve en sonunda da kesildi. Bunun sebebini de şimdi anlıyorum: korkularımız bastırılabilecek seviyeyi artık aşmıştı. Yürümeye devam ettik. Hafif bir tepeliğe çıkınca ormanın (boş arazi) uçsuz bucaksız olduğunu gördük. O anda içimizdeki korku artık yürümemize de engel oldu ve hiç konuşmadan tepenin başında beklemeye başladık. Ben salak salak etrafa bakınırken az ileride bir ahır gördüm. Ahırdan da korktum ama nedense “hadi ahıra doğru yürüyelim” dedim. “Gitmeyelim” dedi büyük kuzenim sesi titreyerek. Ses tonundan korktuğunu anlayınca, kendisi korkarken yanındaki kişinin korktuğunu anlayan kişilerde görülen hırsla, “Ne oldu? Tırstın mı?” dedim. Sadece “Gitmeyelim işte” dedi. Hemen ardından “Ben geri dönüyorum” diyerek küçük kuzenimi de yanına alıp yürümeye başladılar. Her ne kadar korkuyor olsak da böylesi bir terbiyesizliği beklemiyordum doğrusu. Ne olursa olsun hep beraber hareket etmemiz gerekirdi bana kalırsa. Kuzenlikte en temel kural buydu. Çok sinirlenmiştim ama vaziyetim de hayli kötüydü. Tepenin başında her an altıma koyuverebileceğim, hammaddesi korku olan bokumla baş başa kalıvermiştim. “Geri dönerler mi acaba?” diye bir süre bekledim fakat çok umarsızca yürüdüklerini fark edince ben de ahıra ve ormanın (boş arazi) içlerine daha fazla ilerlemeyeceğimiz için mutlu ama kuzenlerim tarafından satış yediğim için de kırgın şekilde koşarak onlara yetiştim.
Korktuğum için yanlarına döndüğümü çaktırmamak adına “Ne yapacağım sanki ben orada tek başıma. Ahırlara da başka aman gideriz.” dedim. Oralı bile olmadılar. Cevap vermemelerinden, bir daha ölseler buralara gelmeyeceklerini anlayarak sevindim fakat beni siklemeyişleri de canımı iyice sıkmıştı.
Evlerimize yaklaştıkça tekrar her şeye gülmeye başladık. Kahkahalar atarak sokağa girdik. Evlerimize dağıldık. Bizimkilere, az önce korkudan altına sıçayazan ben değilmişim gibi bütün olayı gururlanarak anlattım. Ben anlatırken ebeveynlerimde ara ara dalgalanmalar oldu. “Aferin. Oğlumuz büyümüşte nerelere gitmiş” şeklinde yorumladığım bu dalgalanmalar “Ne bok yedin sen gerizekalı çocuk” manasındaymış meğerse. Dalgalanmaları yanlış yorumlayınca da coştukça coştum sevinçten. Lafım bitince, beni sevinçten havalara atıp “Ne cesur çocuk bu böyle” diyeceklerini düşünmüştüm ama bizimkilerde korkutucu bir sessizlik oluştu. Annem sakin olmaya çalışarak “Sizin gittiğiniz yerin adı Kandere” dedi. “Orada bir dere var. Eskiden insanları kesip kesip o dereye atarlarmış. Dereden akan kanlar yüzünden oralara Kandere demişler” diyerek zaten azıcık kalan aklımı söktü attı. Az önce normal bir semt isminden farkı olmayan Kandere bir anda inanılmaz korkunç bir kelime olup çıktı. “Bir daha oraya gitmeyin lütfen. Tamam mı anneciğim?” diye devam etti annem. Ne kadar küçük olursa olsun her çocuk bunun bir rica olmadığını bilir. Oraya bir daha gitmeme kararını zor yollara başvurmadan, kendi kendinize almışsınız izlenimi yaratan bir emirdir sadece. Ben de hem bu cümlenin rica değil emir olduğunu bildiğimden hem de zaten korkudan gebereyazdığımdan, canı gönülden bir “Tamam annecim” dedim. Annem bu yanıtın nesini beğenmedi bilmiyorum. Belki de bir daha Kandereye gitmeme kararını bana aldırtmak o an için yeterli gelmedi. Bilemiyorum. “Bir daha oraya gitmeyeceksin dedim sana anladın mı beni salak çocuk korkudan öldürecek misin sen beni bu yaşımda haaa!!!” diye tek nefeste, avazı çıktığı kadar bağırdı ve hemen ardından beni kucağına basarak “Sakın bir daha gitme bilmediğin yerlere. Bak çok korktuk biz” dedi çok yumuşak bir sesle. Arka arkaya yaptığı bu zıt hareketlerle beni duygudan duyguya sürükledi. “Sen korkmak nedir gel de bana sor” diyemedim zaten arka arkaya yaşadığım olaylardan ötürü çok yıpranmıştım. Bir daha da Kan-dere’nin yakınından bile geçmedim.
Bu olaydan yaklaşık on beş sene sonra, benim görüp de gidelim dediğim o ahırlarda, ahırın sahibinin “Sonra öderim” diyerek hayvanlarını satın aldığı, borcun vadesi gelince de “Gelin paranızı alın” diyerek ahırına çağırdığı ve orada öldürüp hemen oraya gömdüğü insanların toplu mezarları ortaya çıktı. İnsan, sınırları içinde toplu mezar bulunan bir mahallede yıllarca yaşadığını düşündükçe gerçekten çok acayip hissediyor. Yani, ben “Hadi, ahırlara gidelim.” Dediğimde bir coşku seline kapılmış olsaydık belki de çok kısa bir ömrümüz olacaktı. İki kuzenimin beni iplemeyerek geri dönmeleri o an için beni epey sinirlendirse de şu an ikisine de duacıyım. Ne demişler “Her işte vardır bir hayır.” Gerçi bu durumda benim lafıma uyup ahırlara gidip kendimizi öldürtseydik de hayırlı bir iş olacaktı ama yine de her işte vardır bir hayır.
Güzel hikaye :D
@OriginalWorks
Your Post Has Been Featured on @Resteemable!
Feature any Steemit post using resteemit.com!
How It Works:
1. Take Any Steemit URL
2. Erase
https://
3. Type
re
Get Featured Instantly – Featured Posts are voted every 2.4hrs
Join the Curation Team Here
Congratulations @castofmind! You received a personal award!
Click here to view your Board of Honor
Do not miss the last post from @steemitboard:
Congratulations @castofmind! You received a personal award!
You can view your badges on your Steem Board and compare to others on the Steem Ranking
Vote for @Steemitboard as a witness to get one more award and increased upvotes!