İsimsiz Kitap.. ( Bir zamanlar yazıp basamadığım bir kitap ) 1/4

in #tr7 years ago (edited)

message-in-a-bottle-1200.jpg(http://www.foto-topia.eu/hauptseite/wp-content/gallery//message-in-a-bottle-1200.jp.g)

   Bir zamanlar içi şarapla dolu olan bir şişeydim. Şarabımı bitirdiler. Elden ele gezdim, dudaktan dudağa… Hatta bir iki kez geri dönüşüm de gördüm. Eritmediler kırılmadığım için. Düzgünce yıkayıp tekrar kullanıma koydular. Tekrar tekrar bitirildim. En son şuan ki sahibim tarafından bitirildi şarabım. Beni ilk açtığı anı hatırlıyorum da ne kadar güzel bir ortamdı. Sevgilisi ve o karşılıklı oturmuşlar; bizim yakışıklı üst üste iltifatlar diziyordu sevdiğine. Her kadının olduğu gibi onun da hoşuna gitti güzel sözler. “Biraz bekler misin” dedi bizim yakışıklı. Ben de merakla bekliyordum ne yapacak diye. İkisinin de orada olduğumdan, onları izlediğimden haberleri yoktu. Onlar için sadece bir şişeydim o sırada. Cansız, sadece içindeki şarap yüzünden değerli olan bir “şey”dim işte. Bizim oğlan içeriden elinde kocaman bir kutuyla geldi. Kapıdan geçerken bile zorlanıyordu o kutuyla. İkimiz de şaşıp kaldık. Delikanlımız “Hadi açsana” dedi. Kız meraklı gözlerle kutunun üzerindeki kâğıdı yırtmaya başladı. İlk kutuyu açtığında karşısında öncekinden biraz daha küçük bir kutu çıktı. Onun içinden de, ötekinin içinden de. Güzel kızın siniri bozulmuş olacak ki “Dalga geçmek için mi çağırdın buraya beni?” diye çıkıştı bizim yakışıklıya. Bizimki sakin sakin aldı avuç büyüklüğündeki kutuyu ve son bir kez daha açtı. İçinden küçük diğer kutulara göre şaşalı bir tane daha çıktı. Sağ dizinin üzerine çöktü “ Benimle bir hayatı paylaşır mısın? Biliyorum evlilik istemiyorsun. İstediğin gibi olsun. Sabahları seninle uyanmak istiyorum. Sana sarılarak uyumak ve o yatakta sen varsın diye kalkmak istememeyi istiyorum. Sadece bunu.” Hiç beklemiyordum böyle bir şeyi bizim oğlandan. Yüzünde yağmurda ıslanmış yavru bir sokak kedisinin “yardım et bana” bakışı vardı sanki. Kız kutudaki bilmem kaç Liralık belki Dolarlık belki de Avroluk yüzüğü taktı parmağına ve bizim oğlanın çenesinden tutup öptü. Bütün gece muhabbet ettiler, eğlendiler, geleceklerini konuştular. Sonra yatak odasına geçtiler. Biraz gürültülüydü tabi gece. Bense salondaki sofrada erimekte olan buzların içinde sabah olmasını ve rafıma kaldırılmayı bekledim. Önemli değildi benim için beklemek, onlar mutluydu. Daha önce de sevgililer görmüştüm. Oysa bunların mutluluğu diğerleri gibi değildi. Kız bizim eve taşındı bir haftaya kalmadan. Bizim ev diyorum çünkü sahibim olan delikanlı da öyle diyor. Söylemesi ayıp yakın dostlarından biriyimdir de kendisinin. Kıza evi istediği gibi düzenlemesini söyledi. Tek bir yere dokunmamasını söylemişti sadece; Kitaplığına. Kitaplığı Bizim Oğlan için çok önemliydi. En değerli şeyleri oradaydı. Tabi bende. Kitapları, üniversitedeyken tuttuğu notları, yazdığı yazılar, kendisi ve sevdiği kadın dışında dünyadaki en değerli varlıkları yani ailesinin fotoğrafları. Fotoğraf albümleri boş içki şişeleri. Yani açıkçası orası onun hayatıydı. En çok sevdiği yer kitaplığının büyük gözüydü. Çoğu zaman bir şeyler yazarken, düşünürken, ağlarken karar vermesi gerektiğinde büyük gözün tam karşısına otururdu. Küçük kağıtlara yazılmış notlar, fotoğraflar, kendi çizdiği ya da hediye edildiği resimler. Güzel kızımız, ki Bizim Oğlan ona adıyla hiç hitap etmez “Rüyam” derdi, Bizim delikanlının Rüya’sı dokunmadı onun en kutsalına. Tabi başlarda. Çok mutluydular. Hangisi eve erken gelirse biraz dinlenip sonra yemeği hazırlar ve diğerini beklerdi. Bazen beraber gelirler mutfağa ikisi birden girerdi. Normalde içmezlerdi ama ikisi de mutfağa girdiği akşam mutlaka içerlerdi. Bizim Oğlan kimi zaman rakı kimi zaman şarap içerdi. Rüya’sı her zaman kırmızı şarabı yani beni tercih ederdi. Delikanlı yeni şişe açayım dese de Rüya’sı “buna alıştım saçma gelebilir ama sanki bir bağ oluşturdum bu şişeyle. Bundan içmek istiyorum” derdi her seferinde. Zaten bu yüzden Bizim Oğlan atmadı beni diğerleriyle birlikte. Kendisi yüzüme de söyledi. Onun için alınmadım. Zaten önemli olan da bu değil midir? En yakın dostuna her şeyi doğrudan söylemek.
  Günlerce izledim onları, onların aşkını. Şahit oldum yemeklerine, tartışmalarına, konuşmalarına, sevişmelerine ve nicelerine… Günün birinde bir baktık ki bütün ev, her yer onun istediği gibi olmuştu. Buna Delikanlı’da izin vermişti ama farkında değildi. En kutsal yeri kitaplığı, kitaplarının düzeni fotoğraflarının yerleri hepsi değişmişti. Hele ki büyük gözü görmeliydiniz. Tüm anılar kenara itilmiş hepsi “Rüya” olmuştu. Delikanlı’nın fark edememesi normal görülebilir de ben nasıl fark edemedim anlamadım. Bunu fark ettiğimiz de artık her şey çok geçti. Rüya tamamen hayatımız olmuştu. Bunu fark etmemiz zaman aldı. Rüya eve geç gelmeye başlamıştı “işlerim yoğun” diyordu. Hatta delikanlıyı da iş yemeklerine götürüyordu. Sonra haftalık il dışı yurt dışı seyahatler başladı. Bu seyahatlerde telefonun açılmaması izledi bunları. Bizim Oğlan her canı sıkkın olduğunda yaptığı gibi geçti kitaplığın büyük gözü karşısındaki koltuğuna. İşte o anların birinde fark etti tüm dünyasının “O” olduğunu. Ailesinin, dostlarının anıları küçük gözlere itilmişti. Ama emindi bunların yerini Rüya’sı değiştirmemişti. Kendi elleriyle yapmıştı hepsini. Oysa şuan tüm değerlilerini uğruna kenara attığı Rüya ne onu arıyordu ne de eve uğruyordu. Bazen delikanlı evde yokken gelir, üstünü değiştirir makyajını yapar, kapıyı kapatır giderdi.  Tam da bu sıralarda dost olduk Bizim Oğlan’la. Onun yokluğundan bana dert yandı. Ve günün birinde işe gitmedi. Takvimi olduğum yerden pek göremiyordum ama sanırım Mayıs’ın 26’sıydı. Bekledi bütün sabah, bütün öğlen, bütün akşamüstü belki gelir, gelir de onu görür diye. Aradı defalarca telefonunu açmadı. Saat sekiz gibi masayı hazırladı… Işıkları kapattı. Beni buz kovasının içine koymadan önce boynuma peçete bağladı. Bekledi, bekledi, bekledi… Her beklemede bir kadeh içti viskisinden. İçmeyecekti başta öyle karar almıştı. O gelene kadar içmeyecekti. Şiir okuyacaktı Rüya’sına. Kendi yazdıklarını asmıştı duvarlara. Yokluğunda çizdiği resimleri yerlere serdi…  Görsün, bilsin diye. Çiçekte alacaktı ama bilirdi Rüya gelincikleri severdi. Oysa gelincikler koparılmazdı ki. Dokunduğun an moraran bir canlıyı nasıl koparabilirdi ki… Kıyamadı, onun içinde almadı hiçbir çiçekten. Sonunda gecenin bilmem kaçında kapıdan ses geldi. Delikanlı kendini toparladı. Sönmüş mumları tekrar yaktı ve bir beyefendi gibi ayağa kalktı, önünü ilikledi karşısında. Rüya, şaşırmıştı. Her halinden anlaşılıyordu bu. İçeri girmekte tereddüt etti. “Korkma” dedi Bizim Oğlan, “Sarhoş olabilirim ama bilirsin kontrolüm vardır. Karnın açsa ısıtabilirim yemekleri. Daha erken bekliyordum oysa seni. Gelmedin. Neredeydin bunca zaman. Uzun zamandır yoksun. Gece geliyor ve gidiyorsun sabah erkenden. Oysa ben o yatakta sen varsın diye kalkmak istemiyordum. Şimdi yoksun orada ve orada yatamıyorum. Neredesin?  Buradayım diye saçma sapan bir yanıt vermeyi aklından bile geçirme lütfen. Bak, gel buraya ve bak bana neler yaptın. Ailemin yerini almışsın. Yokluğunda fark ettim.  Ama o yerde değilsin şuan. Neredesin?” diyerek elinden tutup kutsal alanının karşısına götürdü Rüya’sını. Başta isyan etti gibi geldi ama çok geçmeden anladım bu “yardım çağrısı”ydı. Rüya sadece başını yere eğdi. Yerdeki çizimleri fark etmiş ve bir tanesine gözü takılmıştı. Hiçbir şey demeden eğilip aldı kağıdı. “Bak! Tıpkı buradaki gibiyiz. Çizmişsin işte. Bak! Elimden tutmuşsun ve benim yüzüm asık! Niye bilmiyorum. Allah kahretsin Bilmiyorum! Ben seninim, sen benimsin ama…” aması neydi acaba. Hiçbir zaman öğrenemedik. Gözlerini silip “Bu bende kalabilir mi?” derken parmağındaki yüzüğü çıkartıp masaya bıraktı. Arkasını dönüp kapıya yöneldi. Bizim Oğlan cevap vermemişti, biliyordu zaten hayır demezdi daha doğrusu diyemezdi! Bir türlü soramadım Arkadaşıma hiç resmin değerini bilip bilmeyeceğini merak etmiş miydi? Sorardım sormasına da üzülmesini istemiyordum. Zaten işe de gitmiyordu. Evlenmek için biriktirdiği parayı harcıyordu. Her gece söylüyor, uyarıyordum ama dinlemiyordu. Ortak hesaplarıymış. Başkasıyla harcayamazmış ama baya yüklü bir miktar birikmiş olsa gerek 4 aydır falan çalışmıyordu. Çalışmamasını geçtim, kimseyle de görüşmüyordu zavallım. Telefonları defalarca çalıyor, kapıya arkadaşları geliyor… Ne kapıya bakıyordu ne telefona. Sadece markete gitmek için evden çıkıyordu. Işık açmıyordu, loş mum ışıklarıyla aydınlatıyordu salonunu ve kutsal alanını. Kutsal alanı eskisi gibi değildi. Daha da büyümüş, genişlemişti ve daha da bir “Rüya” olmuştu.
Şarabımı Delikanlı bitirdi. Yudum yudum… Her yudumda daha ayrı bir Rüya’yı gördü. Her gördüğünü döktü kağıtlara. Kağıtlara sığmazdı Rüya’sı ama sığdırmaya çalışıyordu işte. Elindeki tek şeye... Yazdı, yazdı satırlarca, sayfalarca. Bir sabah kalktığında masasında duran önceki akşamki yazısını kıvırdı rulo yapıp boş olan içime attı. “İşte bak Rüya’mın şişesi, bundan sonra yazdıklarımı içine atacağım. Tıpkı ıssız bir adada sıkışıp kalan bir gemici gibi, yardım çığlıklarımı yazacağım kâğıtlara içine koyup, denize fırlatır gibi yapacağım.” Tıpkı ıssız bir adada sıkışıp kalan bir gemici gibi… Değişik geldi ilk zamanlar. Sonraları alıştım. Hoşuma da gitti. Bende okumuş oluyorum bu sayede yazdıklarını. Hatta özümsüyorum. Aklımın bir kenarını kurcalardı dolduğumda başka bir kağıdı içime atamayınca ne olacağım.
  Rüya’sının gitmesinden altı belki yedi ay sonra ilk kez bir arkadaşı geldi evimize. Adı Semaydı. Delikanlı onu eve sokmamasına rağmen zorla girmişti içeri. Tebrik etmiştim. Evin halini görünce kızcağız afallamış, biraz da kızmıştı: “Bu ne hal!! Benim arkadaşımı bu hale getiren bir kadın mı? Hemcinsim mi? Nasıl yaparsın sen ya… Hani söz vermiştik; hani sevgililerimiz bizi terk ettiğinde birbirimize tutunacaktık? Biz dost değil miyiz? Niye aramadın daha doğrusu aradığımda niye açmadın? Buğra ile Neyzen de gelmiş kovmuşsun onları! Hey cevap ver!” Zavallım Bizim Oğlan suspus olup öylece kalmıştı o gün. Hiçbir kelime çıkmadı ağzından. O hırçın kız evi topladı, yemek yaptı. Altı belki yedi aydır yerde duran o kağıtları özenle toplayıp masanın üzerine koydu. Bana baktıktan sonra kendi kendine “Ne değişik adam bu şapşal yaa. Vallahi farklı fikirler hep bu adamdan mı çıkar” dedikten sonra Bizim Oğlanı alışverişe göndermenin verdiği rahatlıkla masaya oturup biraz önce üzerine koyduğu kağıtları incelemeye başladı. Bir ikisini okudu. Resimleri de uzun uzun inceledi. Kapının sesini fark edince toparladı kağıtları eline bezi alıp masayı sildi. Bizim Oğlan: “Başka bir isteğiniz var mı hanımefendi. Tuz ruhu, çamaşır suyu, bıdı bıdı bıdı… heh ve bir de özel isteğiniz marşmelov.” Kız koştu ve delikanlının boynuna sarıldı. “Seviyorum lan seni pislik herif. Ama bu akşam küçük bir işim var. Yarın akşam geleceğim ve senin barbeküde yapacağız onları. Bak uyarıyorum! Ben yokken evi ve kendini dağıtmak yok! Sonracığıma, çok içmek yok! Bir de aradığımda mutlaka o telefon açılacak. Tamam mı?” diyerek emirler yağdırdı. Dedim ya tebrik ettim kızı. Delikanlıymış vallahi, arkadaşına sahip çıkıyor. Benim altı ayda yapamadığımı altı saatte yaptı helal be. Bizim Delikanlı Sema gittikten sonra buzdolabından aldığı iki tabak ve birayla gülerek geldi masasına. Çok uzun zamandır gülerken görmemiştim onu. Yakışıyor da haspama. Ben bunları düşünürken rafımdan alıp masaya tam karşısına koydu beni. Birasını açarken “Harbi dengesiz bu kız ya onca iş güç arasında geldi evimi toparladı, beni toparladı, verdi kalayı gitti. Alem kız…” deyip söylendi bir iki sevimli sevimli. Onunla tanışmaları da garipmiş. Anlatmıştı o gün. Rüyası’ndan önceki sevgilisi Leyla’nın en yakın arkadaşıymış. Ben de çok şaşırmıştım; nasıl oluyor da sevgilinin en yakın arkadaşı siz ayrıldıktan sonra senin en yakın arkadaşın oluyor? Biraz düşününce ne olursa olsun gidip yakın arkadaşını savunur ötekine demediğini bırakmazsın normalde. Delikanlı üstünkörü anlattı ama belli ki bir aldatma durumu olmuş. Sema’da yürekliliğini konuşturup doğru tarafın, Bizim Oğlan’ın, tarafını tutup en yakın arkadaşına bir ton laf söyleyip bir daha görüşmemiş. Çok şaşırmıştım hem de çok… 
   Sema ertesi gün elinde bir çok poşetle geldi. Kapıdan geçemedi akıllı. Kapının zilini burnuyla çalmış ayağıyla da kapıyı biraz tekmelemiş. Delikanlı kapıyı açtığında poşetlerde ne olduğunu sordu. “Bekle amma sabırsız çıktın sen ya. Bu yalnızlık valla yaramamış sana. İki dakika dur soluklanayım; sürprizimi göreceksin.” diyerek haşladı oğlanı. Mutfaktan bir bardak su alıp geldi ve poşetlerin başına bağdaş kurup oturdu. O şık giyimli, hanımefendi kadın; giydiği pantolonun darlığına aldırış etmeden bağdaş kurup oturdu. Bir bir poşetleri açarken bıdı bıdı yapmaya başladı: “Artık sana yeni bir imaj yaratıyoruz.  Hiiiiiiç itiraz istemem. Sadece dinliyor ve uyguluyorsun. Artık sıkı yönetim var burada! Bu yeni kotun, bu gömleği beğenmezsin diye bunu da aldım. Şal, deri ceket, hmmm burada da bu var. Tak bakayım şu saati. Heh vallahi oldu senden.” Bizim Oğlan’dan tepki bekledim. Her kelimenin ardından bir şey diyecek diye bekledim ama gıkı çıkmadı. Biliyorum en sonunda “Ne şaşkın bir şey çıktın sende aaaa” diyeceksiniz ama gerçekten çok şaşırdım. Delikanlı nasıl oldu da kabul etti bilmiyorum ama yakıştı da yani. Sema geldiğinde saat akşam üstü dört falandı herhalde. Birlikte yemek yaptılar oturdular muhabbet ettiler. Balkondaki barbeküde marşmelov yaptılar. O gece Sema beni sordu. Rafları silerken gördüğünü tam atacakken içinde kağıtlar olduğunu görünce vazgeçtiğini falan söyledi. Bizim Oğlan gelip beni raftan aldı ve olanları anlattı. Biz de o gün tanıştık Sema’yla. Bir ara korkmadım da değil hani, yazıları çok merak ettiğini ve kırmak istediğini söyledi. Delikanlı elinden almasa kıracaktı beni. Neyse ki Dostum elinden kaptığı gibi beni aynen rafıma geri koydu. Kız o gece bizde kaldı. Salonda. Pijamalar içinde gerçekten çok çekici duruyordu. Sabah erken kalkıp işe gitti, Delikanlı’yı rahatsız etmeden sessizce. He tabi güzel bir kahvaltı da hazırladı. Bizim Oğlan masayı gördüğünde bir gülümseme yerleşti suratına ama kısa sürdü. Hemen ardında bir hüzün, burukluk kapladı içini. Kahvaltıyı öylece bırakıp bir sigara yaktı. Vitrinden viskiyi de aldı. Kızdım sabah sabah aç karınla hem sigara hem viski! Öldürecek valla kendini. Sema olsaydı diye geçirdim içimden… Yazmaya başladı beni duymazdan gelip. Bir yandan da göz yaşlarına hakim olmaya çalışıyordu. Ne zaman ağlamamak için kendini sıksa midesi bulanır ve tüm vücudu titrerdi. Yine oluyordu. Ağlamayacaktı yine eminim. Yazısını bitirene kadar sayamadım kaç sigara, kaç bardak viski içtiğini… Kendini öldürmeye meyilliydi. Yazısı bitince rulo yapıp kağıdı içime attı. Bu çocuk nasıl düzelecek diye düşünmeden edemiyordum. O kağıtta işte bunlar yazıyordu:

“Bir film izlemek istiyorum
Aşk olsun içinde, benden parçalar olsun
Sen olmasın…
Biri şiir dinlemek istiyorum
Özgürlük olsun içinde, umutlar hayaller olsun
Sen olmasın…
Bir Öykü belki bir roman okumak istiyorum
Nefret olsun içinde, ihtiras olsun, savaşlar olsun
Ölümler olsun ama Sen olmasın…
Bir şarkı mırıldanmak istiyorum
Barış olsun, eşitlik olsun içinde sevgi olsun
Paylaşım olsun fakat sen olmasın…
Bir ÖLÜM istiyorum kendime
Tanrı olmasın içinde; melek, şeytan olmasın
Yalnızca SEN olsun…”
Dost dediğin sadece konuşmaları paylaşmaz susmaları da paylaşır. Ben de öyle yaptım. Beraber sustuk saatlerce. Sarıldı ve hiçbir şey demedi. Delikanlı’nın Rüya’sına iyiden iyiye kızmaya başlıyor her gün nefretim daha da artıyordu. Ben kızdıkça Bizim Oğlan bana kızıyor, onun hakkında yanlış düşündüğümü mutlaka geçerli bir sebebi olduğunu söylüyordu. Neredeyse her gün tartışıyorduk.
Yaklaşık bir hafta sonra Sema akşam yemeğine geleceğini şık bir yemek istediğini söyledi. Bazen patavatsız desem de bu kıza harbi çılgın; müsait misin falan demek yok geliyorum, tamam. İtiraz kabul etmiyor. Aman boş ver ya Bizim Oğlan’ı az da olsa topladı ya başka bir şey istemem. Delikanlı büyük bir yemek hazırlığına girişti. Şapşalın elinden de geliyor hani. Güzellerinden kocaman üç büyük balık ve poşetlerce malzemeyle geldi eve. “Niye üç, başka biri daha mı gelecek?” dedim. İçinden gelmiş. Tezgahta üç tane derya kuzusu yatıyormuş ayırmak istememiş. Heh dedim harbi şapşalsın. Neyse bir güzel salatalar, aparatifler ve dehşet verici bir balık hazırladı. Çok da şık giyindi. Gömleğin manşetlerini takarken ufak bir hüzün kapladı içini Bizim Oğlan’ın. Rüyası’nın aldığı manşetleri görmüş ona rağmen takmamıştı. Sevindim unutuyordu ufak ufak. Zil çaldı. Sema Delikanlı’nın boynuna sarıldı ve özür dilemeye başladı. Ne olduğunu daha anlamadan kapıdan Sema’nın yakın arkadaşı olduğunu sonradan öğrendiğimiz Başak girdi. Haber vermeden arkadaş davet ettiği için özür dilerken çantasından yüzlük rakı şişesini çıkartıp “Bu kendimi affettirmeye yeter mi?” diye şirin bir ses tonuyla dizleri üstüne çöktü. Tabi Bizim Oğlan utandı omuzlarından tutup kaldırdı Sema’yı. Bu arada Başak şaşırmış durumda bakıyordu. Sema uzun uzun aralarındaki arkadaşlığı anlattı Başak’a. Aralarındaki muhabbetleri. Masayı gösterdi Delikanlı güzel hanımlara ve bana anlattığı balık hikayesini onlara anlattı. Kısmetli kızmış. Uzun bir yemek ve muhabbet faslından sonra Sema ağzındaki baklayı çıkarttı. Evi toplarken yazdıklarını ve resimlerini incelediğini bir kaçını Bizim Oğlan’a çaktırmadan çantasına attığını ve yayınevi sahibi olan Başak’a gösterdiğini onunda çok beğendiğini anlattı. Başta Delikanlı kızdı böyle bir şeyi nasıl yaptı diye ama sonra Başak söze girince yelkenleri suya indirdi sıpa. Yalnız o değil de Sema için çatlak falan diyorum ya harbiden çok fena bir kız. Bir ara telefonum çaldı davasına çantasını ıvırını zıvırını toplayıp çıktı gitti kapıdan. Amaç; Başak ile Bizim Oğlanı baş başa bırakmak. Çöpçatanlığı da varmış dedim o gece. Bizim Oğlan’la Başak baya bir konuştular. Ona birkaç yazısını daha gösterdi. Sonra benimle tanıştırdı Başak’ı. Bu güzel kadın ilk baş çekinse de, sonraları alıştı onunla arkadaşlığımıza. İçimdeki yazıların daha iyi olabileceğini söyleyince Başak, Bizim Oğlan “Onu kıramam kusura bakma” deyip masadan kalktı. Başak’ın karşısında voltalıyordu salonu. Korktum… Beni, arkadaşını kırar mı diye? Sonra düşündüm “Kırsın” dedim kendi kendime. Kıran en yakınım olsun, yabancı değil. Belki kendini daha iyi hissetmesini sağlar. Seslendim, kabul etmesini söyledim. Duymadı, yoğun düşünürken hiçbir şey görmez ve duymaz. Buna rağmen üsteledim. Kızı kovacak sandım. Ki yapar da deli… Taş gibi hatun belki bir şeyler olur, ayağına gelen kurtuluş filikasını batıracak sandım. Korktuğum başıma gelmedi Allahtan. Başak arkadaşı Sema gibi akıllı çıktı. Aldı beni masadan kaldırdı havaya. Mağrur bir şekilde kırılmayı beklerken, Bizim Oğlan kızın elinden almaya kalkıştığında gayet sakin tavırla “Kırmayacağım, dışarıdan insanların duygularına saygısı olmayan biri olarak mı görünüyorum? Evet bir firma sahibi olabilirim. Kapitalist düzene uyuyor gibi görünebilirim. Ama ben zannettiğin gibi duygulara önem vermeyen, sadece para getirecek kitaplar yayınlayan bir yayıncı da değilim. Yüz adet bile satmayan ama harika kitaplar yayınladım. Sırf beğendiğim için. Duygularının saflığını sevdiğim için. Yazılarını incelediğimde ciddi bir kırılganlık sezmiştim. Doğruymuş. Hiçbir zaman böyle sevemeyeceğimi biliyorum. Hatta eminim. Şanslı kızmış, bide aptalmış baya. Şişeyi kırdırmayacaksan peki kabul. Ama tanıdığım çok iyi bir cam ustası var. Düzgün bir şekilde kestirir ve aynı şekilde tekrar yapıştırtırız. Eskisinden daha sağlam bile olabilir. Kabul edersen numaram burada, saate bakmadan arayabilirsin zaten genelde pek uyumam ve yemek için teşekkür ettim. Hiçbir yerde yememiştim böylesini.” deyip çantasını omzuna taktı, kapıya yönelirken kendinin çıkabileceğini söyleyerek Delikanlı’yı öylece bıraktı. Neye uğradığını anlayamadı Bizim Oğlan. Bizim Oğlan Rüya’m diyorsa hak etmeyen birisine, bende bu kıza “Esaslı Kız” diyeceğim dedim o gün. Vallahi ne yalan söyleyeyim gerçekten de Esaslı Kız’mış. İyi atar yaptı gitti.
Esaslı Kız gittiğinde saat on bir civarıydı. Çok geçmeden Bizim Oğlan aldı beni karşısına, hislerini anlattı. Beni kırdırmak istemiyormuş ama teklifi çok iyiymiş. Çocukluk hayalini gerçekleştirecekmiş, kitap basacakmış. Ne yapacağını bilmiyormuş. Masa da şöyle bir doğruldum, hafiften. “Beni kırmalısın, içimdekini yayınladığında belki başkalarının şarap şişelerine umut olurum. Başkalarından önce belki sana mutluluk getiririm. Zaten çocukluk hayaline ulaşmana engel olursam, dostluğum nerede kaldı? Şurada vur beni yere, parçalarımı da aynen Rüya’dan kalanlara yaptığın gibi çöpe at. Belki de mutsuzluğunun, unutamamanın tek nedeni benimdir.” dedim gururla. Düşünsenize bir dostunuz var ve o hayallerinizi engelliyor, mutsuzluğunuzun kaynağı! Böyle olacaksam hiç olmam daha iyi. Masadan kalktı Delikanlı Esaslı Kız’ın numarasını çevirdi telefonda. Kızın dediği gibi saate bakmamıştı bile. Teklifini kabul ettiğini ancak şişeye yani bana hiçbir zarar gelmeyeceğine garanti vermesi gerektiğini söyledi. Esaslı Kız’da sabah dokuz buçuğa randevu verdi. Bizim Oğlan telefonu kapatır kapatmaz kağıt kalemi eline aldı ve yazmaya başladı:

“Öleceğim
Hem de öylesine yalnız ki
Ne bir dost, ne bir akraba
Ne de bir sokak köpeği
Ölesiye yalnız yani

Öleceğim
Hem de öylesine soğuk ki
Ne Kuzey Kutbu kadar ne de Güney
Durduğum yer sıcak olsa da
Ölesiye soğuk yani

Öleceğim
Hem de öylesine mahkum ki,
Ne prangam olacak, ne demir parmaklığım
Ne de bir gardiyanım
Ölesiye mahkum yani

Öleceğim öylesine yalnız ki
Ne bir el olacak, ne bir dudak
Ne de seni arayacağım
O kadar mahkumum ki bu soğuğa
Ölesiye yani…”

Sort:  

Sizin oğlan eline kağıdı alınca şair olmuş.
Güzel ama uzun bir yazı olmuş

teşekkür ederim ama ben yazmıştım bunu :)