Koronavirüs - “Diamond Princess” Deneyinden Çıkan Bazı Sonuçlar
Toplumsal olaylarda laboratuvar koşulları oluşturmak ve buralarda deneyler yapıp sonuçlar çıkarmak neredeyse olanaksızdır.
Bu nedenle doğa bilimcileri kendi kriterlerini toplum bilime de uygulayarak onun bilim olmadığını söylerler. “Araçsal aklı” “nesnel aklın” yerine koymaya yarayan, bu anlayışın yanlışlığı şimdi konumuz olmadığı için geçelim, ama şimdi ortada ilginç bir toplumsal “deney” ve bazı olgular var.
maalesef bu deneyin toplumsal ilişkilere ilişkin boyutuyla ilgili hiçbir veri yok. Dünkü yazımızda benzer bir duruma ilişkin İzmit depremi sonrasının bir deneyinin sonuçlarını ele almıştık (“Korona Hapishanesi” Dersleri). Bugün daha ziyade hastalığın yayılma oranlarına ve hızına ilişkin bazı veriler sunan bir deneyi ele alalım ve bazı sonuçlar çıkarmayı deneyelim.
Almanya’da çıkan ciddi “Spektrum der Wissenschaft” dergisinin internet sayfasında yer alan bir yazıda böyle bir “deney”e ilişkin veriler ve bazı sonuçlar var.
“Diamond Princess” turistik amaçlı lüks bir yolcu gemisi.
Gemide 3711 (yani 4000’e yakın) yolcu ve mürettebat var.
Bütün yolcular dar bir alanda yaşamak zorunda ve genellikle yaşlılar ama aynı zamanda toplumun oldukça iyi bir geliri olan kesiminden, böyle lüks bir gemide tatil yapabilecek durumda insanlar.
Bu gemide 1 Şubat tarihinde Koronavirüs pozitif bulunuyor ve hemen Japonya tarafından karantinaya alınıyor ve 5 Şubat’ta gemi içinde yolculara kamaralardan çıkmak yasaklanıyor.
Yani “genel sokağa çıkma yasağı” ve gemi mürettebatının (“devlet memurlarının”) bu yolculara hizmet etmesi.
Bütün bunlara rağmen 700 kişiye bulaşıyor. 7 Ölüm oluyor
Burada önemli olan şu. En zengin ve kararlı bir ülkenin bile yapamayacağı bir şey yapılabiliyor. Yani neredeyse bütün gemi ahalisi denebilecek 3000 kişiye test uygulanabiliyor.
Testler yaşlılar ve hastalık belirtisi gösterenlerden başlanarak yapılıyor.
Böylece virüsü taşıdığı, yaydığı halde hiçbir belirti göstermeyenlerin oranı daha doğruya yakın tespit edilebiliyor.
Örneğin bulaşanların %18’inde hiçbir belirti görülmüyor. Yani %20’ye yakını virüsü kapıyor, yayıyor ama hiçbir hastalık emaresi bile göstermeden geçiriyor.
Dünya Sağlık Örgütü, ölüm oranını, %3,8 olarak (ister istemez test yapılanlara, test yapılanlar da genel nüfus içinde çok az bir bölümü ve esas olarak hastalık belirtisi gösterenleri kapsadığından) tahmin ediyor.
Gemi virüsün bulaştıkları içinde ölüm oranının %0,5 (binde beş) gibi olduğunu gösteriyor.
Sadece yaşlılık değil, KOAH, Kalp ve diyabet çok önemli.
Yolcular ancak kamaralarına kapatıldıktan sonra yayılma 1’in altına indirilebiliyor. Eğer kamaralara kapatılma olmasa, yayılma her bulaşanın 7 kişiye bulaştırması şeklinde olacak. (Dar bir alanda bulunma nedeniyle böyle yüksek bir oran.)
Kamarayı terk etme yasağı ile birlikte hızlı bir düşüş yaşanıyor ama buna rağmen virüsün bulaştığı kişiler kamarayı paylaştıklarına ve az da olsa onlara hizmete gelen gemi mürettebatına da bulaştırmaya da devam ediyorlar.
Çok ilginç bir başka sonuç, 14 gün sonra, karantina süresi bittiğinden kimin pozitif olduğu anlaşıldıktan vs. sonra karantina bitiyor ve gemi boşaltılıyor, ama bundan 17 gün sonra bile özellikle hastalığın bulaştıklarının odalarında yüzeylerde Koronavirüs RNA’larına rastlanabiliyor.
En önemli sonuç şu: genel bir sokağa çıkma yasağı olmadan yayılma hızında kesin bir düşüş sağlamak mümkün değil.
Türkiye gibi büyük ailelerin bulunduğu insanların sık sık birbiriyle temas ettiği ülkelerde gönüllü bir sokağa çıkmama önerisi (Türkiye’de şimdi uygulanan) hastalığın yayılmasını, yoğun bakım kapasitesinin altına düşürmeye yetmez, sadece yoğun bakım kapasitesinin üstündeki dönemi belki biraz erteler ama zamana yayar. Bu ise yoksulları vurur en başta.
Çünkü bugünkü tedbirler, sorumluluğu yurttaşlara yükleyerek hükümete yurttaşların temel ihtiyaçlarını karşılama görevinden uzak durma olanağı sağlamaktadır.
Eldeki fonları ekonomiyi kurtarma adına şirketlere ve bankalara vermeye yol açmakta sözde ekonomik hayat durmadığı için işyeri sahipleri üzerinden işçilere düşecek damlalara kalmaktadır yoksulların yaşamı.
Ama genel bir sokağa çıkma yasağı, her şeyden önce belli bir süre üretimin durması demektir. Bu da hükümetin, evine kapattığı tüm yurttaşların temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olması demektir.
Çünkü genel bir sokağa çıkma yasağı, nüfusun ihtiyaçlarını giderme sorununu hükümetin sırtına yükler.
Hükümetin bu işlevi yerine getirebilmek için, başta ordu, emniyet güçleri ve devlet memurlarından başka örgütlü bir aracı yoktur.
Yani geçici bir süre de olsa başta ordu, tüm devlet aygıtının işlevini yurttaşların en temel ihtiyaçlarını karşılamak olarak tanımlamak zorundadır.
Devlet, okul kitaplarında iddia edildiği gibi, eğer insanların toplum yaşamından doğan ortak ihtiyaçlarını gidermenin aracıysa böyle olmak zorundadır.
Bir başka sonuç daha çıkıyor.
Sorunun ekonomik boyutu. Şimdiye kadar buna girmedik.
Ama bu pandemi sonucu bir süre sonra tüm dünyada ve tüm ülkelerde talep ve üretim, bu sefer kapitalist sistemin kendi yasalarına bağlı olarak müthiş düşüşler gösterecek ve insanlar bu sefer işsizlik nedeniyle en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz durumda kalacaklardır.
Emekçi halk 1929 buhranından da daha kötü bir şekilde çorba dağıtım kuyruklarında açlıktan kurtulmak için bekler olacaktır. Alt sınıflar çok daha ağır darbeler yiyecektir.
Bu nedenle, sokağa çıkma yasağı aracılığıyla yayılma hızında ani bir düşüş ile birlikte tüm nüfusa yasak süresince asgari geçim endeksine uygun bir maaş, zenginlerin ve parası olanların tüketiminin de bu miktarla sınırlanması, sadece hasta ve yaşlıları korumaz, emekçi geniş kesimlerin işsizliğin ve yoksulluğun pençesinde çok daha uzun bir süre çok daha acılar çekmesini engeller.
Bunlar ilk elde atılması gereken acil adımlardır. Daha iyisi daha sonra şu an ağırlığı vermek gereken nokta budur.
27 Mart 2020 Cuma
Demir Küçükaydın
[email protected]
https://demirden-kapilar.blogspot.com