Ayazma Şelalesi ve Efsanesi 'En Güzel Kadına'

Bugün Çanakkale'nin huzur veren ve mitolojik bir hikayesi bulunan Ayazma Şelalesinden bahsetmek istedim. Çanakkale merkezden 88 km uzaklıkta yer alan bu alana gitmek için yaklaşık olarak 1.30 saat yol alıyorsunuz.

Genellikle bahar aylarının gelmesiyle kazdağlarının eteklerinde bulunan bu yer mangal, piknik, kamp ve tırmanışçıların gözdesi haline geliyor. Haftasonları yoğun iş steresinden uzaklaşmak isteyen aileler, aktiviteli öğrenci grupları, üniversite kulüpleri ve gezi gurupları buraya akın ediyor. Bu nedenle hafta sonu planı yapmak istiyorsanız biraz erken davranmanız gerekiyor.

Kaz dağlarına virajlı ve uçurumlu yollardan bir süre tırmanıyorsunuz. Yol üzerinde bulunan köyden alışveriş yapabiliyorsunuz. Alanda piknik ve mangal için masalar ve mangal alanları bulunuyor. Geç kalırsanız ağaçların arasında da hoşça vakit geçirebiliyorsunuz.

Ancak mevsim yaz olsa da yanınızda mutlaka giyecek birşeyler bulundurmanız gerekiyor çünkü her mevsim oldukça serin ve suyu içinizi sızlatacak derecede soğuk. Sıcak yaz günlerinde piknik masanızı alıyorsunuz ve şelalenin içerisine koyuyorsunuz. Bir yandan muhteşem kuş sesleri, bir yandan şelalenin sesi, siz suyun içinde oturuyorsunuz ve ayaklarınızın altından geçen balıkları selamlıyorsunuz. Huzurun tanımı bu olsa gerek.

Yemeğinizi yiyorsunuz, suyun içerisinden karpuzunuzu alıyorsunuz ve buz gibi karpuzu peynir eşliğinde yedikten sonra şelale kenarında yada ağaçların arasında gezintiye çıkıyorsunuz. Günlük koşturmaca ve şehrin kirliliğinden uzakta sanki başka bir dünyada yaşıyorsunuz. Zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz, salıncakta sallanıyor belki top, belki iskambil, belki okey oynuyorsunuz, çay ve çekirdek eşliğinde.

Güneş batıyor yavaş yavaş, zaman dursun istediğiniz anlardan biri olarak hafızanıza yerleşiyor ve dönüş için (çöplerinizi attıktan sonra) aracınıza yöneliyorsunuz, dingin ve huzur dolu. Doğayla vedalaşıyor ve yolda önünüze çıkan kaplumbağayı selamlayarak dağın yamaçlarından kıvrıla kıvrıla iniyorsunuz.

Troya Kralı Priamos’un oğlu Paris doğmadan önce Kraliçe Hekabe rüyasında karnından çıkan bir alev görüyor ve bu alev şehri yakıp yıkıyor. Tabii o dönemlerde falcılar bunu iyiye yoramıyor ve doğduğu anda bebeği alıp İda Dağına bırakıyorlar. Bebeğin ölmesi beklenirken onu dişi bir ayı emziriyor ve büyütüyor. Bu sırada bir çoban Paris'i buluyor ve onu da diğer çocukları ile birlikte büyütüyor.

Yıllar sonra Olimpos’ta Peleus ve Thetis’in şaşaalı düğününe tüm tanrı ve tanrıçalar çağırılıyor, kavga tanrıçası Eris hariç. Eris buna çok kızıyor ve altın bir elmanın üzerine ‘en güzel olana’ yazarak elmayı Hera, Athena ve Afrodit’in ortasına atıyor.

Söz konusu 3 bayan olunca kavga başlıyor ‘en güzel benim’. Olimpos kavgaya çözüm olarak karar verecek kişinin Paris olmasını istiyor. Bunun üzerine hepbirlikte İda Dağına gidiyorlar. Paris’e vaadlerde bulunmaya başlıyorlar. Hera (koskoca Zeus’un karısı :)): Asya Krallığını, Athena: sonsuz akıl ve başarıyı, Afrodit ise Truvalı Helena’nın aşkını teklif ediyor.

Paris düşünüldüğü üzre hayatının aşkını vaadeden Afroditi seçmiştir. (Afroditi hep güzellik olarak anımsarız ancak taktığı dünyanın en büyük zaferini sağlayan büyülü kemer Parisi aldatmış sarhoş etmiş olabilir, güzel olmama ihtimali de burada ortaya çıkıyor)Bunun üzerine Paris, Helena’yı (Kral Menelaus’un karısı) kaçırır ve Homeros’un İlyada ve Odysea’sında da yer alan (Truvalılar-Akhalılar arasında) Troya Savaşı başlar.